Ruh halimizi biraz değiştirip deprem gündeminden bir nebze de olsa uzaklaşabilmek için Moda’ya geldik. Biraz da soğuk havanın ve gündemin etkisinden olmalı ki sahil bugün çok sakin. Soğuk hava, martılar, denizin güzelim rengi ve kokusu iyi geliyor.

İlk durağımız Moda Aile Çay Bahçesi. Yazın bu masalar dolup taşıyor ve yer bulabilmek neredeyse imkansız oluyor. Şimdiyse bomboş. İlk sıradaki masalardan birine oturuyoruz. Çaylarımız gelince içimiz sıcacık oluyor. Hemen yan taraftaki parkta çocuklar oynuyor. Uzaktan onların seslerini de duymak iyi geliyor ve huzur veriyor.

İkinci durağımız Barış Manço Evi. Çocukluktan beri hayranı olduğum ve şarkılarıyla büyüdüğüm Barış Manço’nun Moda’daki müzeye dönüştürülmüş evine ilk kez geliyorum. Hala garajında duran kendi arabası ve bahçesindeki dev domates, biber, patlıcanlar karşılıyor bizi.

3 katlı evin her bir köşesi görülmeye değer. Art Nouveau akımından esinlenilerek dekore edilmiş bir ev. Modern sanat müzelerindense içinde yaşanmışlık barındıran müzeleri gezmek daha çok hoşuma gidiyor. Bana ilham verdiğini hissediyorum. (Örneğin burada Art Neouveau akımını görüp sonrasında araştırıyorum. Zarif dekoratif süslemelerin ön plana çıktığı, kıvrımların ve bitkisel desenlerin sıklıkla kullanıldığı bir sanat ve mimari akımmış.)

Salondaki cam vazo koleksiyonu, saatli şamdan takımı, piyanoyu aydınlatan ve bir Rus kilisesine ait olan avize, yatak odası takımı ve vazolardan dönüştürülüp yapılan abajurlar, müzik aletleri ve sergilen sayısız hatıra… “Halil İbrahim Sofrası” şarkısının klibinde kullanılan tencere meğersem Barış Manço’nun kardeşinin çeyizinden izinsiz alınmış ve klip çekimi sırasında hasar gördüğü için kardeşinin gönlünü almak için çok uğraşmış Barış Manço.

Müzeden çıktıktan sonra bir kahve molası vermek istiyoruz ve HODL Cafe’ye oturuyoruz. Yumuşacık, huzur veren ve tek kelimeyle “cozy” bir atmosfer. (“Cozy” kelimesi samimi, sıcacık, hoş, konforlu, keyifli şeklinde tercüme ediliyor ama bana nedense bu kelime daha çok şey anlatıyor gibi geliyor.) Minik döküm çaydanlıklar ile servis ettikleri bitki çayı karışımları çok lezzetli. Aynı zamanda da hayvan dostu bir cafe.

Sonraki durağımız Moda İskelesi ve Vapur Cafe. Moda İskelesi uzun yıllar kapalı kaldıktan sonra (1980’lerin sonundan beri kapalıymış) 2015’de başlayan restorasyon sürecinin ardından geçen yıl Ağustos ayında açılmıştı. İskelede yer alan Vapur Cafe ise çalışma alanları, zengin kütüphanesi ve terası ile adeta eşsiz bir cafe. Kütüphanesinden bir kitap seçip saatlerce okuyabilir, çalışma alanlarında çalışabilir ve bu atmosferin tadını çıkartabilirsiniz. Ne yazık ki boş masa yakalamak biraz zor ve şans işi. Ancak bu kalabalığa rağmen oldukça sessiz. Ruhumu besleyen bir gün olduğunu hissediyorum ve 2018’den beri yazmaya ara verdiğim bloguma tekrar dönmek için ilham buluyorum.

Vapur Cafe’den çıktıktan sonra Moda sokaklarında yürümeye devam ediyoruz. Tesadüfen “sıcak şarap bulunur” tabelası gördüğümüz Güverte Cafe’ye oturuyoruz bu soğuk havada içimizi biraz daha fazla ısıtmak için.

Sıcak şarap

Yıllar önce bir kez gittiğim Paul’s Lasagna’ya tekrar gitmek üzere yola koyuluyoruz. Masa sayısının az olması sebebiyle rezervasyon yaptırmak şart. (Gitmeden 3 saat önce rezervasyon yaptırıyoruz, saat 17.00 istiyoruz ancak ne yazık ki iki kişi için nedense masa durumlarından dolayı saat 17.30’a alabiliyorlar 🙂 ) Kapıdan içeri girdiğimiz anda etrafımızı mis gibi lazanya kokusu sarıyor. Loş ışıkları ve dekorasyonuyla hoş bir mekan. Et, tavuk ve vegan seçeneklerini bulabileceğiniz lazanyaları kiremitte servis ediyorlar. Parmesanlı ekmekleri de oldukça lezzetli.

Midelerimizi mutlu ettikten sonra Paul’dan ayrılıyor ve Moda sokaklarında biraz daha yürüyüp eve doğru dönüşe geçiyoruz.

Ruhumu besleyen bir günün ardından hemen hevesle yazmak üzere bilgisayarımı açıyorum. Bir sonraki ilham verecek günde görüşmek dileğiyle…