
Her seyahat yeni bir macera, yeni bir hikayedir dostlar. İşte benim Paris hikayem de başlıyor… 2 ay önceden biletimi Airfrance’dan alıyorum. Bu kez sadece kabin boy valiz ile uçacağım, biletimi öyle seçiyorum. Birkaç parça kıyafet, yedek ayakkabı ve dönüşte kullanmak üzere koyduğum boş sırt çantası ile doldurduğum valizimde fazla endişeye yer kalmıyor haliyle. Kalan minik boşluklara heyecanımı tıkıştırıp yola koyuluyorum 🙂
Paris’e ilk gelişim. Haftalardır elimde kitap ve telefon araştırıp duruyorum. 4 günde Paris’te neler yapılır? Vaktim böylesi büyük ve büyülü bir şehir için çok az olduğundan mümkün olduğunca fazla yer görmeli, Parizyenleri gözlemlemeli, Fransız mutfağının en özel lezzetlerini tatmalıyım. Araştırırken bir de bir blog keşfettim ki, ah ne de güzel oldu! Paris’e gideceksiniz Paris Rehberi‘ne mutlaka göz atın! Sonunda kendime 4 günlük yoğun bir program yapıyor ve güzel bir otel seçiyorum. (Otelin yerini çok beğendiğim için paylaşmak istiyorum: Villa la Parisienne) Bazen bu hazırlık aşamasını öylesine abartıyorum ki seyahatin kendisinden daha fazla heyecan yaratacak hale geliyor 🙂
Uçağın tekerlekleri piste değiyor ve Bonjour Paris! Şehre puslu bir hava hakim.
Pasaport kontrolde öylesine uzun bir kuyruk var ki buradan çıkmak tam 1,5 saatimi alıyor! Bir yarım saat de toplu taşıma için kullanacağım navigo decouverte kartını almak için sırada geçiyor. Günün 2 saati geçtikten sonra otelime yerleşmek üzere trene (RER B) biniyor ve Gare du Nord tren istasyonunda iniyorum. (“geğğ du noğd” şeklinde telaffuz etmezseniz kimse anlamaz!) Buradan otele ulaşım otobüsle. Ne vakit ki otobüsten dışarı adım atıyorum, o vakit Paris’e geldiğimi tam anlamıyla hissediyorum! Yurt dışında zorunlu olmadıkça navigasyon kullanmayı sevmediğimden eski usul sora sora oteli buluyorum. Böylece Parizyenlerle konuşmaya başlıyorum.
Eşyalarımı bırakır bırakmaz otelden dışarı atıyorum kendimi. Listeme çoktan not ettiğim gitmek istediğim bir krepçi var otele yakın. Yaklaştıkça nasıl da buram buram kokuyor.
İşte Caramel Sarrasin’in kreplerinden.
Ve sonra Paris’e adım atan her turistin ilk gittiği yerlerden olan Eiffel Kulesi… (Biletimi önceden getyourguide internet sitesinden aldığımdan tüm o bilet kuyruğunu rahatça atlayabiliyorum.) Zirveye kadar çıkıyorum. Nasıl da yağmur yağıyor ve şehrin üzerinde görüşü engelleyen bir sis dolaşıyor. Yine de manzara muazzam. Şehri doyasıya seyrediyorum..
Eiffel sonrası istikamet Arc de Triomphe (Zafer Takı). Burası Champs Elysees’in başlangıcı.
Champs Elysees gerçekten de dev bir bulvar. Neredeyse sadece kaldırımları bizim Bağdat Caddesi kadar. Sağlı sollu birbirinden şık cafeler, restoranlar ve mağazalarla dolu. Bu geniş bulvarı boylu boyunca yürüyüp Rue de Rivoli‘deki Angelina‘da bir mola veriyorum. Onca yorgunluk üzerine bir makaron ve sıcak çikolata çok iyi gidiyor doğrusu. Atmosferi ve vitrindeki tatlıları da izlemeye doyamıyorum.
Akşam oluyor güneşi güzel bir yerde batırayım diye düşünerekten hemen karşıdaki Jardins des Tuileries‘e geçiyorum. (Tuileris Bahçeleri) Yağmur dinmiş, güneş bulutların arasından hafifçe yüzünü göstermiş. Parkta öyle huzurlu bir ortam var ki… Güneşin batmasını bekliyorum ama oldukça inatçı! Saat 8 oluyor hala batmaya niyeti yok.
Yorgunluğum oturmakla dinecek gibi değil, otele gitmem gerek.
Yine de gidemiyorum. Otele çok yakın bir cıvıl cıvıl kalabalıkça bir cafe görüyorum ve dayanamayıp oturup Parizyenlerin arasına karışıyorum. Bir yorgunluk içkisi alıyorum. Kir, beyaz şarap veya şampanya ve Creme de Cassis adı verilen kuş üzümü likörünün karışımı ile yapılan aperatif bir içki. En kötü beyaz şarabı bile içilir hale getirir ve de çaktırmadan, tatlı tatlı çarpar insanı diye tahmin ediyorum. Çok lezzetli! (Kir’i o kadar çok seviyorum ki kadehimi yarılamışken içine bir sineğin düşmesine bile aldırış etmiyorum. Kenardan kenardan, yavaş yavaş içerim diye düşünüyorum. Ne zararı olacak ki, bu denli lezzetli bir içkiyi yarıda bırakacak değilim! Fakat kadehin son damlasına geldiğimde acı bir şekilde fark ediyorum ki sinek artık orada değil. Eh hadi geçmiş olsun, afiyet olsun 🙂 )
Parizyenlerin muhabbeti bırakıp evlere dağılmaya hiç niyeti yok. En iyisi ben otelime dönüp yarın için biraz enerji depolayayım.
İşte Paris’teki ilk günüm böyle geçiyor. Devamı hemen geliyor, güzel bir Paris gezisi için takipte kalın 🙂