Paris’teki son günüm. Günüm yine erken başlıyor. İstikamet Montmarte. Otelim Notre Dame Lorette metro istasyonuna çok yakın. Hemen karşıdaki fırından sebzeli kiş alıyorum kahvaltı olarak. Fırında çalışan kızla biraz sohbet etme isteğindeyim ama o pek oralı olmuyor. Parislileri çözemedim, kimisi çok candan kimisi de pek suratsız.

Neyse.. 12 nolu metro hattı ile ulaştığım Lamark-Caulaincourt durağında inip yürüyerek ressamlar tepesine çıkıyorum. Tepeye füniküler ile de çıkabilirsiniz ama bence kesinlikle yürüyün. Montmarte’ın sokakları öyle güzel ki..

Saat 09.30. Ressamlar henüz yeni gelmeye başlamışlar, tuval, palet ve boyalarını çıkartıyorlar. Sanırım fotoğraf çekmek için sabah saatlerinde, kalabalık basmadan gelmek en iyisi.

Burası Paris’in en yüksek tepesiymiş. Yine de manzara beklentisi ile gelmemek gerekir, tepeden çok da güzel bir manzara yok.

Hava öylesi soğuk ki biraz fotoğraf çektikten sonra meydandaki cafelerden birine oturuyorum. Kahve ve kruvasan zamanı. Cam kenarında bir masa seçiyorum ve kahvemi yudumlarken ressamların fırça darbelerini seyre dalıyorum. O soğukta dışarıda oturmak ne mümkün. Cafeye ressamlar girip çıkıyor, kahvaltı yapıyor, kahve içiyor.

Tam oradaki bohem havayı iliklerime kadar hissetmeye başlamışken ressamların portrelerini yapabilmek için insanların adeta peşinden koştuğunu görünce birden fazlaca turistik bir ortamda buluyorum kendimi.

Yine de bu ressamlar tepesindeki yaşanmışlıkları düşünüyorum. Kim bilir ne hikayeler vardı, ne aşklar yaşanmıştı. Buranın eski zamanlarını merak ediyorum.

Buraları turistik bir tren ile gezme şansınız da var, rayda değil de yolda giden cinsten bir tren.

Bu tepenin arka tarafında büyük ihtişamıyla Sacre Cour Bazilikası yer alıyor.

Sabahın erken saatlerine rağmen hayli kalabalık. İçeride oldukça büyüleyici bir tören var.

Ve ressamlar tepesine veda vakti.. Şimdi geldiğim yoldan geri dönüp Pigalle tarafına doğru gideceğim. Amelie filminde Amelie’nin çalıştığı cafe de orada..